a
SİZİN KÖŞENİZ

SİZİN KÖŞENİZ

06 Mart 2024 Çarşamba

One Window, Many Doors…

One Window,  Many Doors…
1

BEĞENDİM

ABONE OL

Bu günlerde bizi anlatan çok güzel bir ifade.

Bir pencere, bir sürü kapı.

Tek pencer ve tek kapı güvenlidir ve mahremiyeti korur! Bazen içinde çatlaklar oluyordu ama gereken müdahale yapılıp çatlaklar sıvazlanıyordu!

Tek kapıyı  (rahat ticaret yapmak için) kitlediğinde, yeni kapılar açılacağını da umursamadılar.

Yeni kapılar zorunlu olarak açıldı!

Çok kapılı bir odanın ne mahremiyeti ne de güvenliği kalır maalesef.

Bu yüzden sayımlar bizim için çok önemli. 2011 Sayımlarındaki (Bizzat aktif görev aldığım) sayımızı muhafaza etmek ve daha güçlü çıkmak zorundayız.

Sonra oturup bu kapılar konusunu düzeltmeliyiz. Düzeltemezsek ne kapı kalacak, ne de pencere!

Bir de kapının girişine şu tabela asılmalı!

Ticaret yapmak isteyenler buraya giremez…

Çünkü bu işi ticaret kapısı olarak görenler, yarın herşeyimizi satabailirler!

Orhan Lopar

06.03.2024

Devamını Oku

PROF. DR. YUSUF GÜLDEREN’İ ANARKEN…

PROF. DR. YUSUF GÜLDEREN’İ ANARKEN…
3

BEĞENDİM

ABONE OL

TÜRKOLOJİ BÖLÜMÜNÜN GİZLİ KAHRAMANI…

Kosova’da varlıkları yadsınan Türklerin 1951’in baharında resmen kabulüyle birlikte, Türkçe eğitime destek amaçlı büyük bir seferberlik başlamıştı. Bugün de devam ediyor.

Geçmişte ilk, orta, yüksek ve üniversite kurumlarında Türkçe eğitimin daha başarılı olması için katkısı geçenlerin tümünü saygıyla anıyor, bugün hizmete devam edenlere  merhaba diyorum.

Hizmet, katkı, destek adına her ne dersek, tüketilen bu çabaların gizli kahramanlarını unutmamak, gerekir.
trcasino
Bugün değerli öğretim görevlisi, üniveriste hocam ve yaş farkımıza rağmen dava  arakadaşımız Priştine Üniversitesi Felsefe Fakültesi Tarih Bölümü öğretim görevlisi Prof. Dr. Yusuf Gülderen’i anmak istiyorum.

Otuz altı yıl  önce Priştine Universitesi Felsefe Fakültesi’nde (bugün “Hasan Priştina” Universitesi Filoloji Bölümü) çalışmalarını sürdüren Türkoloji Bölümü’nün açılmasında çok büyük katkısı geçen gizli bir kahramandı.

Arşivimde 1986 yılında gazeteci olarak Fakülte Dekanı Hasan Mekuli ile Türkoloji’nin açılması konusunda yaptığım reportajı ve Türkoloji bölümnün açılması konusundaki engelelyici şu sözlerini “Türkoloji’yi okumak isteyenler, Üsküp’te okuyabilir. Açılması bizim için masraflıdır…” ve benim “O zaman Fakültedeki İngilizce bölümü de gereksiz. Mademki çevremizdeki ünüvesiteler de bu bölüm var…” yanıtımı bir daha okudum.

Açılması için ısrarlı çalışmalar çok yönlü devam ediyor, iki yıl sonra ancak alınan kararın uygulanmasıyla ilgili yeni seçilen Fakülte Dekanı Dr. Radivoje Kuliç ile reportaj  (14 Şubat  1988, Tan  Gaztesi) sırasında 1988/89 öğretim yılında bölümün açılacağını ve gerekli hayırlıkların yapıldığını öğrendim.

Öncesinde, Konsey’de oylanacak Türkoloji’ye “evet” kararının çıkması için büyük bir lobicilik çalışması yapanlardan biri de  Gülderen Hocaydı. Bu kararın alınabilmesi için bazı Konsey üyeleri arkadaşlarıyla ve Konsey üyesi olanların çalışma arakdaşlarıyla özellikle “Alo Alo” restaurantında yapılan hararetli ve etkileyici yemekli sobetlerin şahidiyim.

Bugün, amansız hastalık sonucu 26 Ocak 1997 aramızdan ayrılan değerli tarihçi Prof. Dr. Yusuf Gülderen’in ölüm yıldönümüdür.

Dragaş’a bağlı Brod köyünde 13 Şubat 1945 günü dünyaya gelen Gülderen Hoca, çok geniş ailesinin Türk kökenli olduğunu kanıtlayan bilimsel çalışmasıyla, bana özellikle tarihteki olaylara bilimsel yaklaşım konusunda örnek olmuş,  Balkanlar’a Türk boylarının daha 4. yüzyılda yerleşmeye başladıklarını, Makedonya’daki Komanova şehrini Kuman Türklerinin kurduklarını ve diğer önemli tarihsel bilgileriilk defa kendilerinden işitmiştim.

Bugün 300’e yakın Türkolog yetiştiren Türkoloji Bölümü,  bir gizli kahraman olan tarihçi Prof. Dr. Yusuf Gülderen’i unutmayacaktır.

Aradan yıllar geçse de  Gülderen Hocam gibi donanımlı tarihçi,dost ve alçak gönüllü bir insanı tanımış olmanın gururunu taşıyor, saygıyla anıyorum.

26 Ocak 2024

İbrahim Arslan/Kosova

Devamını Oku

ZAMANE MUALLİMİ

ZAMANE MUALLİMİ
4

BEĞENDİM

ABONE OL

Eskiden Türk dilinde eğitim veren Arnavut öğretmenler vardı. Hem yeteri kadar Türk öğretmen olmadığından hem de Arnavut öğretmenler Türkçe’yi bildiğinden ötürü bu kabûl edilebilir bir durumdu. Fakat bu öğretmenlerin çoğu eğittikleri Türk çocuklarını bilinçli yetiştirir, küçük öğrencilerine Türklük aşılardı.

Zamanla bu küçük öğrenciler büyüdü, büyüdükçe okudu, bazıları öğretmen oldu ve sıra onların öğrenci yetiştirmesine geldi. Artık okullarda Türk öğrencilerine ders veren öğretmenlerin neredeyse tamamı Türk’tü. Bu duruma hem Kosova Türk halkı hem de kendi yetiştirdikleri öğrencileriyle meslektaş olan emektar öğretmenler seviniyordu. Üstelik bu yeni nesil Türk öğretmenler sadece öğretmenlik yapmakla kalmıyor, farklı alanlarda da kendilerini gösteriyordu. Kimi bir sivil toplum kuruluşunda yönetici, kimi politika kulvarında başrol oyuncularından biri, kimi de bir örgütte üst düzey yetkiliydi. Üstelik tamamına yakını Türkiye’deki eğitim fakültelerinden mezun olduklarından hem Türk eğitim sistemini biliyor hem de yeniden şekillenen Kosova eğitim sisteminde rol alıyordu.

Ülkenin eğitim sistemindeki şartları istenen düzeyde değilse de, yetişen Türk öğretmenlerin Başöğretmen Atatürk’ün izinden gitmesi Kosova Türkleri için yeterliydi. Ne de olsa vakit gelir, varolan sorunlar da elbet aşılırdı.

Lâkin zamanla Türkiye’de yetişmiş bu Türk öğretmenlerin bazısında tuhaf düşüncelerin oluştuğu görüldü. Meselâ bu öğretmenler uzmanı olduğu ders alanının dışına sık sık çıkıyor, kendi gibi düşünmediği öğrencilerine önyargıyla yaklaşabiliyor, hepsinden öte, Türk millî benliğini aşılaması gerekirken farklı bir yol izliyordu. Üstelik aralarında evlâdını okula Türkçe göndermeyenler de vardı.

Bu her ne kadar kişisel tercih meselesi olsa da, bir Türk öğretmenin çocuklarına kendi anadilinde eğitim aldırmaması, mensubu olduğu milliyet ve meslek güvenilirliğini sorgulamaya yetiyordu.

Ne üyesi olduğu Türk eğitim camiasından ne de etkin olduğu Türk politik cemiyetinden ciddî bir tepki görmemesi ise dalında tek öğretmen olmasından ziyade, kurduğu derin ilişkilerden elde ettiği destekten kaynaklandığı düşünülüyordu. Hatta üyesi olduğu partinin seçimlerinde genel meclise seçilecek kadar oy alması bu düşünceyi kanıtlar nitelikteydi. Hoş, aynı partinin başka üst düzey yöneticilerinin de aynı şeyi yapması zaten çoktandır bilinen bir konuydu.

İşte şahit olunan bu olay, eskiden bu yana Türk aileleri üzerinde oynanan “çocuklarınızı okula başka dilde gönderirseniz iki dil öğrenmiş olur” sinsi oyununu akıllara getirmiştir. Buna kanan veya çıkar uğruna kanmaya bahane arayan ebeveynler sâyesinde çok sayıda Türk yavrusu millî benliklerinden koparılmış, böylece az uğraşıyla çok asimilasyon gerçekleştirilmiştir.

24 Kasım gibi anlamlı bir günü daha geride bırakırken Kosova Türk eğitim camiasında böyle hâdiselerin yaşanmasına alışılmasından çok, sonraki yıllarda 24 Kasım’ı hakkıyla kutlayacak özbeöz Türk öğretmenlerinin kalıp kalmayacağına, kalırsa da 24 Kasım’ın nasıl kutlanacağına dair kafa yorulması gerekebilir.

Atakan KORO

24.11.2023

Devamını Oku

PERDE ARKASINDAKİ AYDINLIK…

PERDE ARKASINDAKİ AYDINLIK…
8

BEĞENDİM

ABONE OL

Kimilerine bilgi, eğlence, kimilerine göre zaman kaybı sahası olarak kabul edilen Facebook’ta, sevindiren bir haber okudum.  Kayıtsız kalamadım.

Priştine’nin Türk Kadın Korosu, 21 Kasım’da Prizren’de konser vereceğini duyuruyor, aynı zamanda faaliyetlerine kapılarını sonsuza kadar açan Priştine Yunus Emre Enstitüsü’nde kendilerini ziyaret eden, aralarına katılan halkla ilişkiler uzmanı ve sanatçı Nilüfer Kryemall Cabrat hanımın uzmanlık alanında, bir sunum yaptığını bildiriyor.

Kadın Korosu’nun güzel faaliyetleri takdire değer. Kutluyorum. Prizren’de verecekleri konserin darısı, ülkemizin diğer merkezlerinde yaşayan halkın  başına, insallah. Yoksa, 70 yıldır halka hizmet eden “Doğru Yol”, “Gerçek” gibi köklü kültür-sanat derneklerinin son yıllarda halkına, soydaşına sesi ve heyecanı uzanacak farklı şehirlerde konserleri, yok denecek kadar az. Anaülkelde verilen konserlerde alınan takdir ve alkışın, kat katı, Priştine, Prizren, Mamuşa, Gilan, Mitrovica, Vıçıtırın, Doburçan’da yıllardır nöbette bekliyor.

Söz, bir uzmanın sunumuna gelince, okurlarımla görüşlerimi  paylaşmak isterim.

Toplumumuzda farklı alanlarda çok değerli uzman bireyler var.

Bu durumdaki gibi, Nilüfer hanım ve benzeri, yeterli, yetenekli, donanımlı kişilerin bilgi ve tecrübelerinden yararlanmak gerekir.

Bu kişileri sürekli olarak perde arkasına iten, çete gibi çalışan “siyasi”, “sanatsal” ve “kültürel” grupların  gölgesinden kurtarmak gerekir.

Ne yazık ki savaştan sonra yaklaşık 20 yıldır, siyaset ve kültürü tekeline almış “20 kişi”, şahsi çıkarları dışında toplumun, soydaşımızın  çıkarlarını hiçe saymaktadır. Karanlık politikaları, davranışları, oyunları ortaya çıkar gerekçesiyle aydınları, uzmanları uzak tutabilmek için her şeyi yapmaktalar.

Yalan doğrudan, karanlık mumdan-aydınlıktan çok korkar.

Oysa bugüne kadar en fazla  kaybeden toplumdur.

Perde aralanmaz ise, her seçimde her sayımda, doğrusu her alanda kan kaybı sürecek, karanlıkta yürümeye devam edeceğiz.

İbrahim Arslan

17.11.2023

Devamını Oku

 ATATÜRK PRİZREN’E NE ZAMAN GELMİŞTİ?

 ATATÜRK PRİZREN’E NE ZAMAN GELMİŞTİ?
3

BEĞENDİM

ABONE OL

Türkiye Cumhuriyet’nin 100.yıldönümünde, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Balkanlar…

Aziz SERBEST

Büyük Atatürk’ün “En büyük eserim” dediği, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100.yılını kutluyoruz. Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzüncü yıldönümü Türk milleti için olduğu gibi, Balkanlarda yaşayan milletler için de çok önemli bir gelişme olmuştur. Gazi Mustafa Kemal Atatürk dünya tarihinin kaderini değiştirmiş Balkan kökenli bir Türk subayıdır. Doğup büyüdüğü ve uzun yıllarını geçirdiği,  o dönemde vatan toprakları içinde yer alan Balkanlarla ilişkisini, tarihi kaynaklardan, yakınlarının anlatımından ve en önemlisi kendi ağzından aktarmaya çalışacağız.

Cumhuriyet’e giden süreç öncesinde, Birinci Dünya Savaşı ve Balkan Harbi’nin içinde yoğurulan bir yaşamın içinden seçtiklerimiz, Atatürk’ün Balkanlara bakışının günümüzde de ne kadar doğru ve önemli saptamalarla dolu olduğunu gözler önüne seriyor.

Bunların ayrıntılı örneklerine geçmeden önce, Büyük Atatürk’ün 2.Balkan Konferansı’nın son oturumunda 26.08.1931 tarihinde  Fransızca olarak yaptığı konuşmayı okuyalım. Balkanlardaki Türk varlığının köklerine şaşmaz ve derin tarih bilgisiyle vurgu yaparak günümüze de ışık tutmaktadır.

“Karadeniz’in kuzey ve güney yollarıyla binlerce yıllar deniz dalgaları gibi birbiri ardına gelip Balkanlara yerleşmiş olan olan insan kitleleri, başka başka adlar taşımış  olmalarına rağmen, gerçekte bir tek beşikten çıkan ve damarlarında aynı kan dolaşan kardeş kavimlerden başka bir şey değildir.”

Mustafa Kemal 26 yılını Balkan’larda geçirdi

“Atatürk’ün doğumundan Manastır Manastır Askeri İdadi’sini bitirinceye kadar (1898) 17 yıl ve 1907 yılında  Selanik’e tayin edilişinden, Sofya’daki askeri ataşelik görevi dahil 1916 yılında Diyarbakır-Silvan’a tayin oluncaya kadar Balkanlar bölgesinde yaşamıştır.Başka bir deyişle askerlik hayatının kurmay yüzbaşılığından tuğgeneralliğine kadar olan bölümünün hemen tamamı Makedonya bölgesinde geçmiştir. Atatürk Makedonya bölgesinde yaşarken ve görev yaparken Makedonya’daki diğer Balkan devletlerinin ve onların arkasındaki emperyalist devletlerin bölgedeki kanlı mücadelelerine tanıklık etmiştir.Sofya’daki askeri ataşelik görevinde de 1.Dünya Savaşı’na giden süreçte Balkanlarda ve Avrupa’daki siyasi gelişmeleri Büyükelçi Ali Fethi Bey ile yakından takip etmiştir.Sf.30 ” (Yusuf Halaçoğlu, Atatürk,Türkiye Cumhuriyeti ve Balkanlar,1.Uluslararası Türkoloji Kongresi Bildirileri, Prizren 12-14 Aralık 1998,  Mustafa Kemal Atatürk’ün Balkanlardaki uzun yıllar sürecek görev yerine  tayinini Onun çok yakın arkadaşı Falih Rıfkı  Atay şöyle anlatıyor:

“ 27 Eylül 1907’de Üçüncü orduya tayin edilmiştir. Ordu merkezi Manastır’da idi.Kendisini oraya yollamak istediler. Selanik’te daha yüksek makam olmak üzere müşürlük ve onun kurmay heyeti vardı. Kendisinin müşürlük kurmay heyetinde değerli bir subay olacağını anlayarak Selanik’te alıkoydular. Ayrıca Selanik-Üsküp demiryolu müfettişliğini verdiler…Üsküp ve Selanik gibi en hareketli merkezler arasında gidip-gelmek çok işine yaramıştı.Sf. 47-48 ” (Çankaya,Falih Rıfkı Atay,1881-1938,Atatürk’ün doğumundan ölümüne kadar bütün hayatı, İstanbul,1969,Doğan Kardeş Matbaacılık A.Ş Basımevi)

Mustafa Kemal  Prizren’de

Adeta kaynayan kazan durumuna gelen Balkanlarda  Mustafa Kemal’i önemli görevler beklemektedir. Mayıs 1909’da İttihat ve Terakki Cemiyeti hükümeti büyük devletlerin  destekleyip kışkırttığı muhalefeti önleyememiş, vergi ödemek istemeyenlerin  İpek, Priştine ve Vıçıtırn’da kaymakam ve devlet memurlarına karşı işledikleri cinayetler nedeniyle asayişin sağlanması amacıyla geçici olarak sıkıyönetim ilan etmiştir.

”Huzursuzluğun artması üzerine Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa, bizzat kendisi Arnavutluk’ta çıkan isyanı bastırmaya giderken (Ekim 1910) Selanik’te 38. Piyade Alay Kumandanı görevinde bulunan, Mustafa Kemal’i kurmay başkanı olarak yanına almıştır. Prizren ve İpek’e kadar harekatı Mahmut Şevket Paşa ile beraber takip eden Mustafa Kemal, Balkanların durumu, Balkan Savaşı’nın yaklaşmakta olduğu ihtimalini ve İttihatçı askerlerin politikayla meşgul olmasının sakıncalarını Mahmut Şevket Paşa’ya anlatma fırsatı bulmuştur…Mustafa Kemal bu görevi sebebiyle Arnavutluk’un durumunu yerinde görerek sorunları tespit etme imkanı bulmuştur. Aynı zamanda Arnavutluk’a yakın bir coğrafyada büyüdüğü ve burada görev yaptığı için Arnavutların Mustafa Kemal’e yakın bir ilgisi de vardır.Sf; 13,14,57” (Dr.Halil Özcan, Atatürk Dönemi Türkiye-Arnavutluk İlişkileri,1920-1938, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara,2011)

Atatürk’ün bu harekata katılmasıyla ilgili olarak F.R.Atay,  Çankaya adlı kitabında yukarda yer alan bilgilere ek olarak şunları da yazmıştır.:

“…İstanbul’dan Mahmut Şevket Paşa’nın gönderilmesi lazım gelir….Komutayı almaya geldiği için yanında kurmayı yoktur. Selanik’te kendisine Mustafa Kemal’i verdiler. Mahmut Şevket Paşa’ya   Selanik’ten Nuri ve İzzettin gibi yakınlarının katılmasıyla bu arkadaşlarını kuvvetlere dağıtmıştır. Bastırma harekatı başarı ile sona ermiştir. Geçilemeyen boğazda kimsenin burnu bile kanamamıştır. Başarı Mahmut Şevket Paşa’nındır ama harekatı Mustafa Kemal ve arkadaşları idare etmişlerdir.Sf.63”a.g.e

Akademisyen yazar Bilgin Çelik, tarihçi Enver Ziya Karal’ın yazdığı Osmanlı Tarihi, İkinci Meşrutiyet ve Birinci Dünya Savaşı, 1908-19189.9.cilt,TTK başlıklı eserin Ankara baskısında yer alan anlatımını kitabında aktarmaktadır. Buna göre, Atatürk’ün, Mahmut Şevket Paşa maiyetinde harekat kurmay başkanı sıfatıyla Prizren ve İpek’e kadar giderek başarıya ulaştırdığı harekat konusunda, 20 Nisan 1910 yılında  İstanbul’da yayınlanan Tasvir-i Efkar gazetesinde yayınlanan haber ve değerlendirme şöyledir;

“ Mahmut Şevket Paşa’nın Arnavutluk’a gitmesinin isyancı Arnavut liderleri üzerinde önemli bir etkisinin olduğunu, kardeş kanı dökülmesinin yanlış ve hatta devlete zararlı olduğunun anlaşılmaya başlandığı ifade edilmektedir.Bu sırada çıkan Girit meselesi üzerine, Mahmut Şevket Paşa’nın bir savaş çıkması halinde isyan eden Arnavutların devletle beraber savaşa katılacağını belirtmesi Arnavutları memnun etmiştir. Arnavutluk askeri harekatını Avrupalıların “Türkiye’nin Arnavutluk’u fethi” şeklinde değerlendirdikleri dile getirilmektedir.Sf; 498” (İttihatçılar ve Arnavutlar,Bilgin Çelik, 2.Meşrutiyet Döneminde Arnavut Ulusçuluğu ve Arnavutluk Sorunu, Birinci baskı, Ağustos 2004, Büke Yayınları,İst.)

Mustafa Kemal Atatürk’ün ne amaçla ve ne zaman Prizren’e geldiğini aktaran çeşitli yazılı kaynakları o tarihi dönem içinde yer alan olay ve gelişmeler ışığında yukarda aktarmaya çalıştık..Ekim 1910’da bundan tam 113 yıl önce gerçekleşen bu ziyareti Mustafa Kemal Atatürk nasıl anlatıyor ve değerlendiriyor?

Atatürk’ün ağzından Prizren’e gelişi

O yılların önemli gazetesi olan İkdam’da yayınlanan, gazetenin başyazarı Ahmet Emin Yalman’a, 24 Aralık 1921 yılında verdiği röportaj hayatını anlattığı en uzun ve ayrıntılı konuşmalardan birisidir.Çocukluğuna ait ilk hatıralar, Mustafa Kemal isminin konulması, edebiyat merakı, siyasetle iştigali, askeri hayatının başlangıcı, hürriyet cemiyetininin tesisi, Mekdonya’ya resmen nakli gibi konuları ilk ağızdan kendisi anlatmıştır. İşte bu konuşmada yer aldığı şekliyle Makedonya’da başlayan askerlik yaşamı ve ona bağlı olarak gelişen olaylar:

“Selanik’te bulunduğumu İstanbul haber alarak takibata başlamış. Oradan tekrar kılık değiştirerek Yafa’ya geldim. 2-3 Sene Suriye’de kaldım. Makedonya’ya nakil için resmen başvurdum.Selanik’e geldiğimde bizim Hürriyet cemiyetinin İttihat ve Terakki adını aldığını duydum.Dr.Nazım, Paris’ten gelerek cemiyetin bu ad altında çalışmasının daha iyi olacağını söylemiş.

31 Mart’tan sonra Selanik’e döndüm. Ordunun cemiyetten (ittihat ve terakki) ayrılmasını daha kuvvetli ileri sürüyordum. İttihatçı’ların bazı şahıslarıyla aramızda Meşrutiyet’ten sonra başlayan fikir ayrılıkları ileri dereceye ulaştı.Bundan sonra yeni ordu tatbikatları yapıldı. İzzet Paşa erkanı harbiye reisiydi.Ben bu teşkilata  Selanik kolordusu Erkanı Harbiyesı’ne küçük rütbeli bir subay olarak dahil oldum.Kolağası (kıdemli yüzbaşı) rütbesindeydim.Ordunun talim ve terbiyesiyle uğraşıyordum.  Eleştirilerim bihassa eski kumandanları rahatsız ediyordu. Cezalandırmak kabilinden 38.piyade alayına kumandan yaptılar.

O zaman Selanik’te bulunan tekmil garnizonları dolaşıyordum. Selanik’teki bu faaliyetlerden şüphelendiler. Beni Mahmut Şevket Paşa marifetiyle İstanbul’a çağırdılar.Erkanı Harbiye umumisinde bir vazifeye tayin ettiler.

Selanik’te bulunduğum sırada Arnavutluk harekatiyla da meşgul olmuştum. Evvela, Şevket Turgut Paşa memur iken, Mahmut Şevket Paşa bizzat Arnavutluk harekatını ele almıştı. Beni de erkanı harbiye reisi diye beraberinde götürdü. Prizren ve İpek’e kadar harekatı beraberce takip ettik..Sf.159-166” (Cumhuriyet’in 80.yılına armağan, Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt 12, 1921-1922,2.Basım, Ekim 2005, Kaynak Yayınları)

Mustafa Kemal’in kurmay başkan olarak katıldığı harekat başarıyla tamamlanmış, kimsenin burnu bile kanamadan huzur ve barış sağlanmıştır. Bağlı olduğu Selanik’teki birliğe dönen Mustafa Kemal ve arkadaşları şerefine, bağlı oldukları topçu alayında verilen akşam yemeğine katılırlar. Mustafa Kemal,  başarılı geçen ve halktan kimsenin zarar görmediği Prizren ve İpek harekatıyla ilgili görüşlerini açıklarken, aynı zamanda  geleceğe ilişkin düşüncelerini dile getirmekten geri kalmaz.

Türk ordusu Türk istiklalini kurtaracaktır

Çanakkale’de, Anafartalar’da ve İstiklal Harbi’inde maiyetinde bulunmuş, zaferden sonra umumi katipliğini yapmış ve daha sonra Moskova Büyükelçiliği’nde de bulunmuş olan Tevfik Bıyıkoğlu, Selanik’te ki akşam yemeğinde olanları şöyle anlatır:

“Mustafa Kemal’i 31 Mart hadisesinden sonra Selanik’te tanıdım.On beşinci numune topçu alayının emir subayı idim.Komutanımız Von Andertin adında bir Alman albayı idi.Topçu birliklerinin yeni anlayışlara göre hazırlanması amacıyla yapılan manevralardan sonra topçu alayında verilen yemeğe katıldık. Yemeğin sonuna doğru alay komutanımız ayağa kalktı ve “Arnavutluk isyanını bastıran Osmanlı ordusunun şerefine içiyorum” dedi. Bu teklif karşısında hepimiz kadehlerimizi kaldırdık ve Osmanlı ordusunun şerefine içtik. Hepimiz dağılmak üzereyken Kolağası Mustafa Kemal Bey kalktı ve her cümlesini benim vasıtamla Almanca’ya tercüme ettirdiği nutuk iki saat sürdü…. Türk ordusu için dahili kavgada muvaffak olmak bir zafer değildir. Ve bu hadisenin şerefine memleketi seven bir adam ve Türk zabiti sıfatıyla sevinip kadehimi kaldırmam.Bundan ancak elem duyabilirim.Arkadaşlar, bana dikkat edin, Osmanlı Ordusu değil, Türk Ordusu bir gün gelecek, Türk varlığını, Türk istiklalini kurtaracaktır. İşte asıl o vakit sevineceğiz.İşte o vakit Türk ordusu vazifesini yapmış olacaktır.Sf.80-81-82” (Atatürk Kütühanesi, Yakınlarından Hatıralar, Tevfik Bıyıkoğlu anlatıyor, Sel Yayınları, Haziran 1955, Hisar Matbaası,İstanbul)

Yukarda anlatılanları doğrulayan bir başka kitap Alman tarihçi Johannes Glasneck’e aittir.Osmanlı Ordusu’nda o dönemde çeşitli rütbelerde çok sayıda Alman subayın varlığı biliniyor. Bu nedenle, Alman tarihçinin kitabında Mustafa Kemal’in Selanik’teki yemekte yaptığı konuşmanın da aktarıldığı o sahne, Tevfik Bıyıkoğlu’nun anılarına  benzer bir şekilde yer almaktadır.

“ Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman etkisinin özellikle askeri alanda kendini gösterdiği, Almanla rın üstün etkinliği yüzünden, ülkenin bağımsızlığının tehlikeye girdiği konusunda İttihat ve Terakki yönetimini uyarıcı çalışmalarda bulunuyordu. İstanbul’un askeri çevrelerinde, Alman emperyalistlerinin karşıtı olarak öylesine tanınmıştı ki, zamanın Avusturya askeri ataşesi Pomiankowski anılarında bundan sözetmiştir.

Bununla ilgili önemli önemli bir kanıt belgesi var.3.Kolordu Arnavutluk ayaklanmasını bastırdıktan sonra kolordu subayları birlikte oturuyorlardı. Alman danışman zaferin şerefine kadeh kaldırdı. Bunun üzerine Mustafa Kemal ayağa kalktı ve genç bir yaverin Almancaya çevirdiği karşılığı alaylı bir biçimde verdi;

Türk subayı olarak Arnavutluğun teslim alınması  gibi bir olay için kadehimi kaldırmam. Bunu yaparsam üzüntüden başka bir şey duymam. Kendi sınırları içinde bir başarıdan dolayı Türk ordusu için kadeh kaldırılırsa benim buna üzülmem gerekir…Beni dinleyin arkadaşlar.Osmanlı ordusunun değil, Türk ordusunun, Türk ulusunun bağımsızlığını kurtaracağı gün gelecektir….Sf.38-39” (Kemal Atatürk ve Çağdaş Türkiye, Johannes Glasneck, Onur Yayınları,Aralık 1976, Ankara)

Mustafa Kemal Atatürk ve Arnavutluk

Görüldüğü, gibi Mustafa Kemal Atatürk, Balkanlar vizyonu içinde Arnavutluk ve Arnavutlar üzerinden bir zafer söylemini kararlı bir biçimde red etmiştir.Daha o zamanlarda bunu açık bir biçimde dile de getirmiştir. Ona göre, yüzyıllardır beraber  yaşadığımız Arnavutlar’ın kuracakları Arnavutluk devleti için stratejik bir yaklaşım ve bakış gereklidir. Bu nedenle Balkanların bir hesaplaşmaya gittiğini görerek, kurulması mukadder Arnavutluk hakkındaki görüşlerini çevresine ve yakın arkadaşlarına iletmiştir. Rahatsızlığı nedeniyle bulunduğu Karlsbat Hatırları’ından naklen Hasan Rıza Soyak şunları yazmıştır:

“Kendisini Karlsbat’ta Ali Şevket Bey isimli Osmanlı Ordusu kurmay subaylarından eski bir arkadaşının ziyaret ettiğini, Arnavutluk hadiseleri üzerinde konuştuklarını belirterek, şöyle dediğini anlatır; Ha bak izah edeyim. Arnavutluk Balkanlar’da her bakımdan mühim bir yerdedir.Orada hakikaten milli ve müstakil bir hükümetin tesis etmesi, Arnavutluk’un ilerlemesi ve kuvvetlenmesi için olduğu kadar, bütün Balkanların hal ve atisi (geleceği y.n) için lazım ve faydalı idi. Hele bunun yardımımızla ve bize taraftar şahıslar tarafından temin ve idare edilmesi muhakkak ilerde işimize çok yarardı..Sf.498-499” (Atatürk’ten Hatıralar, Hasan Rıza Soyak,Yapı Kredi Yayınları,1.baskı,Kasım 2004, İstanbul )

Büyük Atatürk, bu tarihi değerlendirmesiyle ve eşsiz  öngörüsüyle  askeri strateji üreten kurmay  bir deha olduğunu ortaya koymuştur. Arnavutluk’un kurulması  hakkındaki görüşleri kısa sürede gerçeklik kazanmıştır. Bu araştırma yazısının ana konusu  olmadığı için burada sadece kısa bir hatırlatmayla yetinelim.

Mustafa Kemal Paşa’nın Arnavutluk’un kurulmasından sonra, Osmanlı Ordusu’ndan arkadaşı Selahattin Saip Beyi (Şkoza) ve ona bağlı arkadaşlarını Tiran’a göndererek  Savunma Bakanı (Harbiye Nazırı) olmasını sağladığı bilinmektedir.Bu sayede,  Arnavutluk ordusunun kurulması, kısa sürede gelişmesi ve güçlenmesine doğrudan katkı sunması, o dönem içinde dünyada ve Balkanlarda yankı uyandıran,  önemli olaylar arasında sayılmaktadır…Bu kuvvetlerin Yunanistan sınırına kaydırılmasıyla, Yunanistan, Anadolu’ya göndermeyi planladığı önemli sayıdaki askeri kuvveti Arnavutluk  sınırında tutmak zorunda kalmıştır. İkisi de Birinci Dünya savaşında büyük devletlerin kışkırtmasıyla işgale uğramış olan Türkiye ve Arnavutluk, bu stratejik işbirliğinin bir sonucu olarak, Yunanistan karşısında önemli askeri ve diplomatik kazanımlar elde etmişlerdir.Bu stratejik işbirliğinin mimarı da M.K.Atatürk’tür.

Mustafa Kemal Bosna’da

Mustafa Kemal’in Balkan coğrafyasında geçen askerlik hizmetleri sırasında Kasım 1908 yılında Bosna’ya gittiği de bilinmektedir.

“Mustafa Kemal, Avusturya-Macaristan hükümetinin, Bosna-Hersek Bölgesine  asker yığması üzerine, bu yığınak hakkında bilgi edinmek üzere gizlice Bosna’ya gönderilmiştir. O tarihte Fevzi Bey (Çakmak) Taşlıca’da 35.Tugay Komutanıdır. Mustafa Kemal Bey  ilk kez Fevzi Bey’le orada tanışmıştır ve bu yığınak hakkında gerekli bilgileri de ondan edinmiştir. Mustafa Kemal’in araştırmaları sonucunda anlaşılır ki, Avusturya’nın yaptığı yığınak Sırbistan’a karşıdır.  Aldığı bu görev dolayısıyla bu gezi aynı zamanda Mustafa Kemal’in Batılı bir devletin ülkesine yaptığı ilk gezidir.Sf.70. “ ( Atatürk, Sadi Borak, Kırmızı Beyaz Yayınevi, 1.Baskı, Eylül 2004, Şefik Matbaası, İstanbul.)

Mustafa Kemal, Balkan Harbi’ni değerlendiriyor

Mustafa Kemal Atatürk (30 Haziran-28 Temmuz 1918) tedavi amacıyla bulunduğu ve günümüzde Çek devleti sınırlarında kalan Karlsbad’ta kaleme aldığı hatıralarında dile getirdiği konulardan birisi de Balkan Harbi’ne ilişkin görüşleridir.Nurer Uğurlu  başkanlığında bir kurul tarafından hazırlanarak  nisan 1999’da yayınlanan anıların 52.sayfasında şunlar yer almaktadır:

“Balkan Harbi ise Türk ordusunun bir harbi değildir.Bu bambaşka bir şeydi, bir bozgundu. Fakat, Türk ordusunun bir bozgunu değildi, hayır hiç değil, bu Türkiye’deki eskinin yıkılması, Türk ordusunun başındaki bilgisiz kumanda heyetinin geri çekilmesiydi.

Balkan kuvvetleri bu harbin sonuçlarını o dönemde Türkiye’ye hakim olan şahısların bilgisizliğine borçludur.Denebilir ki, bu harb de Türkiye için sürprizdir. Ordu birleşebilmek ve bir plana göre toplanabilmek için yeterli zaman bulamamıştır.Öncü birlikleriyle düşman hücumları karşılanmıştır…….

Aklın eline geçtikten sonra, ordu öylesine çabuk çehresini değiştirdi ki, Çanakkale’de İngilizleri yenerek, Galiçya’da Avusturyalılara yardım ederek, Makedonya ve Romanya’da müttefik ordularla muzzafferane işbirliğine de bulunarak kıymetini çabucak gösterme de gecikmedi.”

Atatürk’ün  Selanik hasreti ve sevgisi

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100.yıldönümünde, Büyük Önder Atatürk’ü ve kahraman silah arkadaşlarını saygı ve minnetle anıyoruz. Yazımızın sonunda, Atatürk’ün doğup büyüdüğü bir Balkan şehri olan Selanik’e olan hasreti ve sevgisinin büyüklüğünü, her zaman yanında olan manevi kızı Prof.Dr.Afet İnan’ın aktarımından okuyalım:

“Balkan Harbi sırasında Trablusgarp’tan dönüşünde Mısıra geldiği vakit, Makedonya’nın düşmanların eline geçtiği haberleri alınmıştır. Bu haberden en büyük acıyı hissetiğini daima söylerdi. Doğduğu, büyüdüğü ve inkilap fikirlerinin beslendiği şehir Selanik için hayatının sonuna kadar hasret çekmiştir.

En canlı hatıraları, çocukluğunun masum olayları, gençliğinin en ateşli anları o muhitte geçmiştir.Atatürk hisleriyle, hatıralarıyla daima bu şehrin bir çocuğu idi. En çok anlatmasını sevdiği hatıraları hep o muhit geçenlere ait olurdu..( Atatürk Hakkında Hatıra ve Belgeler, Prof.Dr.Afet İnan TTK Basımevi, Ankara 1959, T.İş Bankası, Atatürk ve Devrim Serisi,No:10)

Devamını Oku