İBRAHİM ARSLAN: TİTO VE 4 MAYIS’IN İZİ
Saygıyla anıyorum. Büyük bir liderdi.
Zamanın liderleri Naser, Nehru ve Sukarno’yla birlikte 134 ülkeyi yanına çekip, kurdukları “Bağlantısız Ülkeler Hareketi”yle, dünyayı sömürenlerin hızını, frenlemeyi başardı.
2.Dünya Savaşı’nda yaşanan iç savaş, kardeş soykırımının ardından “herkesin eşit olacağı, kardeşce, birlik içinde” yaşayacağı ve yaşamaya başladığı, YU pasaportuyla ABD, SSCB, İsrail, Çin, Yunanistan ve Arnavutluk dışında vatandaşı, bütün ülkelere vizesiz gidebilen saygın ve güzel bir ülkenin temelini atmayı, ölümüne kadar yaşatmayı başardı.
Tito, özellikle dünyayı sömürenlerin planlarını bozan, silahsızlanma ısrarıyla, silah ticaretini ve bu amaçla kışkırtılan bölgesel savaşları engelleyen, hem içte hem dışta izlediği politikayla kıskanılan, hem sevilen hem de sevilmeyen, fakat sonuç olarak saygısı olan büyük bir liderdi.
Özellikle yaşamının son yıllarında, 24 milletten oluşan 23 milyon vatandaşına, bastıra bastıra “Kardeşlik birliğinizi göz bebeğinizi gibi koruyun” uyarısı, yetersiz kaldı.
Bunun, ne kadar öz ve önemli bir mesaj olduğunu anlamayınca, büyük kuvvetlerin hizmetindeki sözde milliyetçi kılığındaki şovenler, çok hızlı bir şekilde “direksiyona” el koyarak, Yugoslavya’yı türküsü gibi, Vardar’dan Triglav’a, Adriyatik’ten Gerdap’a çarpıp durdular.
Sonuç, güçlü birlikten, aralarında savaşarak 300 bin cana, dere gibi göz yaşına, ayrılıklara, milyarlarca dolar zarara bedel, kanlı kavgalı bir bölünmenin ardından, küresel güçlerin önce “demokrasi”, bugün “globalleşme” reçetesiyle ayakta durmaya çalışan, 7 devlet, ortaya çıktı.
Tito’nun ölüm haberini, tam 40 Yıl önce güzel İstanbul dönüşü, Bulgaristan sınırına girince, Svilengrad çıkışı ilk KAT kontrol noktasında, 5 Mayısa beş on dakika kala, polisten almıştım.
Kısa dalgadan Yugoslavya radyosunu dinleyen polis, pasaport ve ehliyet sormadan, hemen Bulgarca “Tito umrel” (Tito öldü) dedi. Anında, buz kesildim. Radyoda Tito’yla ilgili haberi okuyan spiker Miodrag Zdravkoviç’in sesi, eşlik eden, yas müziği, her şeyi anlatıyordu.
Allah biliyor, sanki dünyam yıkıldı. Ama polisin bu acı haberini, karşılıksız bırakmadım, “Ben, bizler, hepimiz Tito’yuz” dedim.
Çocuk gibi ağladığımı, hiç unutmuyorum.
O halimle yola devam, bir an önce sınırı geçip (şimdiki gibi 3 değil, tek bir sınır vardı), Priştine’ye ulaşmak, önceden hazırlığını yaptığımız, özel Tito sayısını çıkarmaktı.
Bu amaçla yaptığım aşırı hız yüzünden, Haskovo’dan birkaç kilometre önce polis, durdurarak pasaportuma el koydu ve ceza yazdı, “Tito öldü diye mi, arabayı delice sürüyorsunuz” diye, çıkıştı. Cezayı, dövizle ödeyemeyeceğimize göre, parayı bankada bozabilmek için karakol avlusunda sabaha kadar, beklemek zorunda kaldık.
Hüzün içinde, sınıra ulaştık, Prokuplye virajlarını aştık, Poduyeva girişini belirleyen üst köprünün altından geçtik, Priştine’ye yetiştim,
ama çalıştığım “Tan”Gazetesi’nin “Tito özel sayısı”nın çıkışında yaşanan gazetecilik telaşına ne yazık, yetişemedim.
Ölümünün ardından Tito’nun hayatını ve icraatlarını, daha ayrıntılı okumaya başlayınca, Tito’nun Atatürk devrimlerini bire bir uyguladığını gördüm:
25 Mayıs – Gençlik Bayramı, Köy enstitüleri, toprak reformu, fabrikalar işçilere, yurtta barış dünyada barış,…
Tito’yu, hakları en az verilenler, özellikle Boşnaklarla Türklerin en çok sevdikleri izlenimini taşıyorum, nedense.
Fakat, aradan geçen kırk yıl sonra da, o 23 milyondan geri kalanının, o dönemi yaşamış dünyadaki barışseverlerin Tito’yu saygıyla andığını, o dönemin özlemini çektiğine, inanıyorum.
Bize düşen, geçmişten ders alarak vatanımızı sevmek, çalışmak ve başta halkın hizmetinde olmak, komşuyu komşu, dostu dost bilmektir.