06 Şubat 2025 Perşembe
Türk pop müziği denince benim göz ağrılarım, Cem Karaca, Barış Manço, Moğollar ve ondan sonra gelen Erkin Koray, aklıma gelir, Erol Büyükburç, Selda, Tanju Okan, Ajda Pekkan, Berkant, Selçuk Ural, Erol Evgin, Ersen, Fikret Kızılok, Füsün Önal, Timur Selçuk, “Üç Hürel”, Mazhar Fuat Özkan, Türk Folk Üçlüsü, Nilüfer, İlhan İrem, Neşe Karaböcek… Dünya çapında da: “Beatles”ler, “Rolling Stones”, “Shadows”, “Wou”, “Beach Boys”, “The Mankees”, “Fleetwoo Mac”, “Mamas & Papas”, “Animals”, “Bee Gees”, “Led Zeppelin”…
Bireylerden: Cliff Richard, Enriko Macias, Jimi Hendrix, Sharl Aznavur, Adamo, Jose Feliciano, Albano, Adriano Celentano, Engelbert Humperdinck, Rod Stewart, Elton John, Michel Polnareff …
İkili’lerden: Simon and Garfunkel. Protest’çilerden: Bob Dylan, folk’çulardan: Joan Baez, soul ve ritm blues’culardan: Ray Charles, Aretha Franklin, Tina Tarner…
O zamanki Yugoslavya’dan: Djimi Stanič, Tereza Kesovija, Arsen Dedič, Oliver Dragojevič, Miki Jevremovič, Krunoslav Slabinac, Kemal Monteno, Ibrica Jusič, Boba Stefanovič, Leo Martin…
Gruplardan: “Crveni Koralji”, “Indexi”, “4M”, “Korni Grupa”, “Bijelo Dugme”…
Hepsi bunlar 1960’lı 70’li yılların şu anda aklıma gelen pop yıldızları.
Kayahan da 70’li yılların sonlarında gözükür ama asıl damgasını 80’lerde vurur o. O da Ümit Besen, Sezen Aksu, “Yeni Türkü”, “Athena” gibi 80’lerde sivrilmiş pop yıldızlarındandır…
Dünyada gruplardan: “Pink Floyd”, “Queen”, “T.Rex”, “Abba”, “Bon Jovi”, “Nirvana”, “Metallica”dır parlayan.
Bireylerden: Michael Jackson, Madonna, David Bowe…
Yugoslavya’da: “Riblja Čorba”, “Bajaga”, “Ju Grupa”, Zdravko Çolič…
Söz konusu Türk pop müziği olunca, sıkı bir elekten geçirerek, tüm zamanların zirve isimleri sana göre kimlerdir deseler, ben, bireylerden Cem Karaca, Barış Manço, Kayahan ve Sezen Aksu derdim, gruplardan da: “Moğollar”, “MFÖ” ve “Yeni Türkü”…
NEDEN BARIŞ MANÇO, CEM KARACA
KAYAHAN VE SEZEN AKSU
Onlar birer ekol çünkü. Türk pop müziğinde çığır açmış birer kişilik, Örnek alınan, izlenen, taklit edilen, arkasında gidilen kimlikler. Beste onlarda, güfte onlarda, tarz, ses, icra, konu, yorum onlarda.
BARIŞ MANÇO
Barış Manço ve gurubu olan “Kurtalan Ekspres”e baktığında karşında zamana uygun tam bir pop gurubu olduğunu görürsün. Klasik gitar, elektrik gitar, bas, davul; saçlar uzun (omuzlara kadar) ve değişik mekanlarda verilen pozlar… dünyanın dört bir yanında görebileceğin bir tablo. Ama biraz daha dikkatle izlemeye koyulursan, üstlerindeki giysilerin, parmaklardaki yüzüklerin, takıların, Osmanlıya, Türk boylarına ait malzemeler olduğunu fark edersin. Barış Manço moderndir, kentlidir. İstanbul’dur, bulvardır ama aynı zamanda da bir Anadolu’dur, bir Semerkant, bir Taşkent’tir, Batıdır ama doğudan gelen bir çatı. Doğu ve batının bir sentezidir. Konumu itibariyle zaten olması gerekenidir de. O bunu bilir ve çok bilinçli bir şekilde o çizgide yürür. Bu tutumunu, bu görüşünü en iyi bir şekilde de çocuklarına verdiği isimlerden görmek mümkündür. Bir oğlunun ismi Batıkan, birinin de Doğukan’dır. Bu yaklaşımını müziğinin tınılarında olduğu kadar şarkılarının sözlerinde de sürdürdüğünü görürüz.
Birçok pop gurupları gibi biz de 60’ların sonlarında, “Zibribidius” isimli mütevazı grubumuzun repertuarından düşürmediğimiz ve bugün de gitarımı elime alıp aynı o zevkle söylediğim Barış Manço’nun ilk büyük hiti olan “Dağlar Dağlar” şarkısına bakmak yeter:
Ellerimle büyüttüğüm
Solar iken dirilttiğim
Çiçeğimi kopardın sen
Ellere verdin
Kuşlar uçmaz güller soldu
Yüce dağlar duman oldu
Belli ki gittiğin yerden
Kara haber var
Dağlar dağlar
Yol ver geçem
Sevdiğimi son bir olsun
Yakından görem
Bildiğimiz türkülerimizin motiflerine ne kadar yakın değil mi? İşte Barış Manço budur, Anadolu’yu gezerken, duyduğu deyim ve deyişleri, atasözlerini, kelimeleri, tekerlemeleri not eder, biriktirir onların üzerine de konuyu oturtup hikayesini örer en uygun bir müzik eşliğinde. Yumuşak, rahat, dalga dalga, yani “aheste aheste”. Memleket de onu ilgilendirir birey de; karşılar, komşular, tipler, çocuklar, hayvanlar, bayramlar seyranlar …sebze, meyve, bakkal, manav, seyyar satıcı, ayı, eşek, “domates, biber, patlıcan”… İnsan ve hayvan sevgisi, memleket, aşk ve zaman zaman da “Süleyman”da olduğu gibi dokundurmalar, inceden inceden iğnelemeler, kondurmalar.
Barış Manço dünyayı bilen, kendini bilen, kendi geçmişine ve kültürüne sahip çıkan özbeöz bir Türk müziği sanatçısıdır.
Siyasete bulaşmaz ama olup bitenlere de kayıtsız kalmak istemez. İlle de bir yerlere oturtmak gerekirse bu bağlamada, ortanın soludur onun yeri bence.
CEM KARACA
Cem Karaca soldur. İlk başta değildir elbette.
Bir gün belki hayattan
Geçmişteki günlerden
Bir teselli ararsın
Bak o zaman resmime…
“Resimdeki Gözyaşlar”la Türk pop müziğine giren Cem Karaca çok kısa bir zamanda kendi mizacına, hayat ve siyasal görüşüne göre sola kayar. Sonuna kadar da o çizgiye sadık kalır hiç taviz vermeden. Başına ne geldiyse de bu yüzden gelir. Yurt dışına kaçar ve döner, döner ama dört başı mamur bir şekilde, yaşına göre daha olgun ve tecrübeli.
O da tıpkı Barış Manço gibi batı ve doğu sentezidir müzikte. Her ikisi de zaten bir geçiş dönemin temsilcileridirler. 50’lerden 60’lardan başlayan batı tarzı müziği kopyacılığı, Türkçe söz yazarak şarkıları indirme dönemi bitmiş yerini Barış Manço, Cem Karaca gibi sözüyle sazıyla özgün müzik yaratan müzisyenlere bırakmıştır.
Cem Karaca birçok gurup değiştirir: Apaşlar, Dadaşlar, Moğollar, Dervişan, Kardaşlar… Guruplar değişir ama o değişmez. Hangi gurupla olursa olsun o hep Cem Karacadır. Gümbür gümbür gelen Dadaloğlu’dur o, davul zurna Köroğlu! Pir Sultan Abdal, Hacı Bektaşi Veli, Mevlana… Şairler onun imbiğinden geçer, Tefvik Fikret, Nazım Hikmet, Ahmed Arif, Emrah… Nerde bir olay varsa bir haksızlık o oradadır. Kıbrıs harekatı mı başlamış, birden “Yiğitler Yiğitler!”, Karabağ mı işgal edilmiş, katliamlar mı işlenmiş “Şimdi ‘Türkü’ söylemenin tam zamanıdır”, namus mu söz konusu, alsana “Namus Belası” ve Allah! “Allah yar yar” diyerek hem de, hep ona yönelerek, dönerek. Ve aşk, “Yeter ki ıslak ıslak bakma öyle”…
Barış Manço gibi o da gücünü Anadolu’dan alır, sırtını ona yaslayarak, oradan, o dünyadan başka dünyalara bakarak. Barış, “Derule”, ”Gamzedeyim deva bulmam” demişse, Cem de “Askaros Deresi”, “Niksarın Fidanları” der ve bir adım daha ileriye giderek, müziğindeki dokuya, sözündeki imgeye yanı sıra, Cahit Berkay sayesinde, eserlerine, geleneksel, saz, kemençe, ney, tar gibi müzik enstrümanlarını da sokar ama gerektiğinde Almanya’nın “Ferdi Klein” orkestrasını da. Ve çok önemli bir özelliği daha vardır ki, onu da anmadan geçemeyiz. Tıpkı Zeki Müren gibi o da her şarkısında bırak kelimeyi, her harfin bile hakkını vermesini bilen bir ses sanatçısıdır.
KAYAHAN
Kayahan bir başka dönemin sanatçısıdır artık. Türkiye’yi iç savaşın eşiğine kadar getirip, kargaşanın, sağlı sollu, kardeş kavgasına sebep olan iç çekişmeler yüzünden kan gövdeyi götürdüğü günlerin geride kaldığı, soğuk savaşın hızını kaybettiği, sağ-sol çatışmasının gündemden düştüğü, yaraların sarılmaya başladığı yıllara denk gelir onun yaratıcılığı. Arabesk gitmiş, beat gitmiş, rap gelmiştir, breckdens gelmiştir, psychedelic, heavy metal… Bir arayış içindedir dünya, bir dönüm noktasındadır müzik dünyası. “Beatles”leri, “Rolling Stounes’ları aşmak kolay değildir, 70’lerdeki gurupların egemenliğini kırmak. Elvis Presley “İn the Ghetto” şarkısıyla dönmüştür, Ray Charles “Beatles”lerin “Yesterday”i ile, Lee Marvin bile “Red Star” şarkısıyla dünyayı dolaşmaktadır.
Bireyin tekrar önem kazanmaya başladığı bu havadan yola çıkarak Kayahan, kendi dünyasını kurmayı 80’li yıllara da damgasını vurmayı başarır. Ve sadece 80’lere değil, 90’lara, 2 binlere…
Onun için varsa yoksa ailedir. İsteseydi beş on defa da evlenebilirdi, çapkınlık da yapabilirdi, fiziği de konumu da ona müsaitti, ama o onun yolcusu değildir. Ondaki aile sevgisi kimi meslektaşlarını rahatsız edecek kadar ilerdedir. Ama o aldırmaz, sataşanlara da cevap vermez, televizyon dahi, her yerde ailesiyle görünmeyi tercih eder.
Onun için varsa yoksa dostluktur, Bir kere biriyle bir dostluk kurdu mu ondan kolay kolay vazgeçmez. Nilüferle başlayan müzik dostluğunu onlarca yıl sürdürmeyi bilir. Eşi İpek, hem müzik dostu, hem arkadaşı, hem yoldaşıdır.
Onun için varsa yoksa ahlaktır.
“Yılandan korkmam yalandan korktuğum kadar” diyecek kadar hassastır bu konuda. Sezen Aksu’nun:
Seni gidi fındık kıran
Yılanı deliğinden çıkaran
A benim püsküllü belam
Yakalarsam…
Gibi sözlerine de tepkilidir. Ona göre bir sanatçı, bir toplumun özellikle de gençliğin karşısında, sorumluluğunun farkında olmalıdır. Kaba, kırıcı, anlamsız, müstehcen sözlere, söylemlere onun şarkılarında yer yoktur.
Onun için varsa yoksa müziktir. Müzikle ilgili ne varsa dost, aile, çevre, onun da ilgi alanıdır. Sözleri bir şair misali özenle seçer. Gittiği en uç nokta:
Seni ellere versinler
Beni vursunlar
Sana sevdanın yolları
Bana kurşunlar
Bu sözler kadardır. Kayahan, lirik, romantik bir kent ozanıdır. Kentlidir o da, gitarıyla, giyim kıyafetiyle, karakteriyle, duruşuyla. Çağdaş, modern, bilgili ve aydın. İtalyanca’da canzone denen, Fransızca’da chansone, İngilizce’de song, Almanca’da schlager, Türkçe’de de şarkıdır onun bestelediği. Simgesi de klasik gitardır. Gitarıyla onun gibi özdeşleşmiş birini daha gösteremezsin Türkiye’de. Gitarı ya omzundadır, ya kucağında, ya da ona en yakın bir yerde, bir bebek gibi. Ona yakıştığı kadar da hiç kimseye yakışmaz.
Onun için varsa yoksa sevgidir. Yolu sevgiden geçmeyeni adam yerine koymaz.
Sevgi, dostluk, aile, ahlak, müzik, Kayahan’ı, Kayahan yapan vazgeçmedikleridir.
Barış Manço’ya karşı ayrı bir sevgi besler. Barışın ölümünden sonra ona adadığı kısa ama duygu dolu bir bestesi vardır:
Bugün günlerden bayram
Yanında olamadım
Çalışıyorum yine babacığım
Bugün günlerden bayram
BARIŞ amcan da gitti
Şimdi işler daha zor
Çoğu kez, bir albümü çok tutulmuş bir şarkı yüzünden alırız ve hemen hemen hepsinde de hayal kırıklığına uğradığımız olur ondan sonra. O çok tutulmuş, spotuyla, reklamıyla, radyolarda, televizyonlarda çok dönmüş şarkının dışında albümdeki öteki şarkıların sıradan olduğunu görür üzülürüz. Kayahan’da bunu göremezsiniz. Ne Kayahan’da, ne Barış’ta ne Cem Karaca’da ne de Sezen Aksu’da. Long Play’se adam gibi long play’dir, albümse, adam gibi albüm, bir bütün, bir kompozisyon olarak karşımızda, her şarkı kendi başına bir değer, her albüm kendine özgü bir eser.
SEZEN AKSU
Sezen Aksu, 1940’ların sonlarından, 50’lerden, Türkiye’de batı müziği tarzı olarak başlayan, 60’larda, 70’lerde rock, beat olarak devam edip günümüze kadar gelen pop müziğin son halkalarından biridir. Sezen, 80’lerde de vardır ama 90’ların, 2 binlerin fenomeni o desek yeridir. Akımların bittiği tarihlerdir onlar, ideolojilerin çöktüğü, sınıfların devredışı kaldığı, idolsüz, lidersiz, vizyonsuz bir kuşak, sağı solu belli olmayan bir dünya. Bilişimin, bilgisayarın, internetin, telefonun başa geçtiği, insanın köle, teknolojinin efendi olduğu bir gidişat.
Sezen Aksu’ya da bu gidişatta kala kala, o güne kadar süregelen tüm bu tarzların, akımların karışımını yapmaya kalır. Kah rock’tur, kah beat, kah türkü, şarkı kah melodi. Melodram, dram, mizah, ironi. Çalgılarda da alabildiğine geniş bir yelpaze göze batar: gitar, ut, keman, davul, klarnet, aklına ne gelirse ama hepsi yerli yerinde ve bir harmoni içinde. Söz nereye giderse müzik de oraya gider. Her şey hep bir şiir gibidir. Cem Karaca, Barış Manço, Kayahan’da olduğu gibi, hatta daha sıkı dokunmuş daha yoğun ve çarpık. Deşmek, deşelemek, eşmek, eşelemek, uçmak, uçurtmak, dinleyiciyi, tabağın sevdiği deriyi gibi taştan taşa çalmak ona mahsus bir meziyettir. O serçe, o minik serçe bildiğiniz serçelerden değildir, o serçe başka bir serçedir müziğin ağacında ötüp daldan dala seken.
Bundan sonra pop müziği nereye gider, nasıl bir gelişme gösterir bilinmez ama şu anda bir tıkanma noktasına kadar geldiği aşikardır.
Kayahan üstüne bir yazı yazalım dedik, bak nereden alıp nerelere geldik.
Agim Rifat Yeşeren