a
" alt="b">
" alt="b">

BİZİM ÖYKÜMÜZ…

Kuzey Kıbrıs’a ilk defa Mart 1998 tarihinde adım atmıştım.

Çok etkilendiğimi hatırlıyorum. Kıbrıs’ın yeri bende çok özeldi.

Kuzey Kıbrıs 1.Kültür Sanat Kurultayı’na katılmıştım.

Balkanlardan gelen katılımcılar adına bir selamlama  konuşması yapmam istenmişti.

O konuşmamda diğerleri arasında şunları demiştim:

“Özlemin, hasretin gerilerde kaldığı, Tanrı Dağları’nda erimeyen yıllanmış karın sıcaklığını ta içimizde hissettiğimiz;Dede Korkut, Ahmet Yesevi, Mahtumkulu, Abay, Aşık Kenzi ve daha nicelerinin aslında özdeş toprak ve yürek kokusu ile çarpışını uzaktan değil, yakından hissettiğimiz şu yıllara eriştik ya, gönlümüz mutluluktan dört köşe.

 

Biz, unutulacak, unutturulacak ulusun mensupları değiliz zaten. Soluğu, içtenliği, insancıl ışığı sonsuz yarınlara her gün daha bir kutsal ışıldayan Mevlana, Yunus gibilerinin mirasçılarıyız, uzantısıyız. Bugün yaşamakta olduğumuz bu görkemli buluşmada bu gerçeğin ta iç yüzüdür. Kuzey Kıbrıs 1.Kültür Sanat Kurultayı’na katılmak, bu mutluluğu en içtenli bir şekilde kardeşlerimizle paylaşmak biz Türkçenin Balkan yakasındaki şair yazarları için de onurun üstünde bir olay. Üstelik, böyle bir buluşmanın, dünyanın neresinde olursa olsun, biz Türkler için başlı başına bir tarih olan, Sayın Rauf Denktaş’ın ülkesinde gerçekleşmesi, olaya çok anlamlı bir boyut kazandırıyor.

 

Bizler ki, hoşgörü ve sevgiyi nice yüzyıllardır uçurum ve insafsızlık sellerine karşı koruyup bu günlere getirenleriz. Bizler ki türküyü türkü, ağıtı ağıt bilen, güzellik ve iyilik uğruna ödün vermeden koşturup nöbete duranlarız. Böylesi bir karşılaşmanın öteden beri sürüp gitmekte olan çabalarımıza yeni bir içerik, ivme kazandıracağına içtenli bir şekilde inanıyoruz…

 

Rumeli içimizde yangın oldu hep. Yüzyıllık yalnızlığı sineye çektik ama, Rumeli’ye elveda demedik. Güneş bizi burda tanır diyerekten ve her adımda Osmanlı izi var diyerekten Rumeli’ye elveda demedik. Ezan sesi duyuldu durdu camilerden, şairler ilham aldı esen ılık yellerden, yürekler dağlansa da ayrılıklardan, Rumeli’ye elveda demedik. Buruk olsa da sevincimiz, toyumuz, uzak kalsa da canımız cananımız, yumak olsa da tüm özlemlerimiz, Rumeli’ye elveda demedik biz.

 

Evet, biz buralarda biraz Yunus, biraz Mevlana, biraz Veysel, biraz Karacaoğlan’dık. Ancak sazımızın düzeni Rumeli ayarlıydı. Biraz unutulmuş, biraz efkarlıydık. Biraz yolcu, biraz göçebeydik, biraz sevdalı, biraz umutlu, biraz kuşkuluyduk. Bir yanımız kar, bir yanımız sisti. Biraz türkü, biraz ağıttık. Kimi karanfil, kimi kadife gül, kimi de ısırgan otuyduk…

 

Bir avuçtuk ama, kimliğimize yürekçe bağlıydık. Anadilimize olan sevdamız dağ gibi büyüktü, koskoca bir sevdaydı, o sevda!

 

Bir sözle tam anlamıyla biz ona aşıktık. Onun uğruna ömürler tükettik. Yolumuz hep o yoldu.

 

Bazan şair, bazan yazar, kimi öğretmen, kimi aydın, kimi sanatçı, kimi işçiydık.. Ama hep anadilimizin tarlasında ırgattık. Yunusça, Mevlanaca hoşgörü ve sevgiyle bu topraklarda güzelliklere imza attık.

 

Evet, biz Necati’ydik, Fahri’ydik, Şükrü’ydük, Mustafa’ydık..İlhami’ydik, Süreyya’ydık, Naim’dik, Sülo’yduk, Nusret’tik, Nimetullah, Hasan, Zehra’ydık…Rasim’dik, Şerafettin, Lütfü, Müşerref, Aziz’dik… Hüda’ydık, Ziya’ydık, Refet’tik…Şakir, Enver, Avni, İskender, Bayram, Muhammet,Suat’tık… Arif, Alaettin’dik…Cemail,Vefki, Drita, Aluş, Zekir, Firdaus, Suzan, Fevzi, Fadıl, Başkim, Nevzat, Agim, Faruk,Sevim’dik… Nafis, Etem, Bekir, Raif’dik… Salih, Bedrettin, Hüseyin, Fikri, Daut, Burhan,  Ercan, Sabit’tik…Necat, Şefkat, Liriye, Meserret’tik…Biba’ydık, Reyhan’dık, Leyla’ydık, Taner’dik, Hüsrev’dik, Birsen’dik, Seyhan’dık, Mehmed’dik, Agnesa’ydık, Nadide’ydik…Hatta nice niceleriydik…Yaşadığımız zaman dilimine sağır kalmayıp, halkın emrindeydik. Bir diğer tanımlamayla, halkımızın hizmetçisiydik. Ah, Bizim Öykümüz’ün ne çok kahramanları var…Adlarını anamadığım, bu dünyaya göz yumanların ruhları şad olsun. Hayatta olanlara da selam olsun…

 

Zeynel Beksaç

0 0 0 0 0 0

Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.

Sıradaki haber:

KOSOVA TÜRK HALKI HAYALİ BİR HALK MIDIR?(2)

KÖŞE YAZISI

TÜM YAZARLAR
erkasap
ERCAN KASAP
“Karanlıktan korkan çocuğu kolaylıkla hoşgörebiliriz.Yaşamdaki asıl trajedi,yetişkinlerin aydınlıktan korkmasıdır” (Platon) 60 yıldan bu yana kesintisiz Türkçe eğitimin yapıldığı Priştine’nin tek ilköğretim okulu “Elena Gjika” okulunun müdür yardımcısı görevine uzun yıllardan sonra bir Türk öğretmen seçildi, tam da güzel oldu, hak yerini buldu derken, Türk topluluğunu derinden sarsan tatsız bir olay yaşandı. “Elena Gjika” okulunda görev yapan Arnavut öğretmenler, ne hikmetse, müdür yardımcılığına Türk öğretmenin seçilmesini hazmedemedi.K ararı, derslere girmemekle boykot etti. Ardından Arnavut öğrenciler Türk öğretmen ve öğencilerine sataştı, tartakladı ve çirkin hareketlerde bulundu. Anlatıldığna göre Arnavut örencilerinn tepkisi tam bir mlliyetçilik gösterisine dönüştü. Holiganlık davranışları sergileyen Arnavut öğrenciler, Türk öğretmen ve öğrencilerine adeta terör estirdi. Esir kaldıkları sınfların kapıları tekmelendi, camlar kırıldı,”burası Arnavutlarındır” sloganları atıldı. 65 yaşında bir Türk öğretmeni 13- 14 yaşındaki Arnavut öğrenciler tarafından tartaklandı. (9’uncu sınıf Türk öğrencilerinin toplu olarak imzaladıkları mektupta, biyoloji ve fizik derslerini veren kıdemli öğretmen Abdullah Bırvenik’in Arnavut öğrenciler tarafından koridorda etrafının sarıldığı, tartaklandığı, Arnavut bayrağıyla sarılarak, sataşmalara maruz kaldığı ileri sürülüyor). Sebep, sadece ve sadece müdür yardımcılığına seçilen öğretmenin Türk olması!
b
b

SIZIN KÖSENIZ

TÜM YAZARLAR
konukyazar
SİZİN KÖŞENİZ
Sizin Köşeniz bölümünde siz değerli okuyucularımızın .............